14 Ocak 2018 Pazar

sevgilim perde

benim bu dermanımı kesik yapan hangi makas
hangi yol ayrımı halkayı koparan
hoşça kalın desem bir kapı gıcırtısı
basamak tedirginliği bu bilirim
bu bilmeyi pay ederim hepimize
hepimiz altı üstü bu kadarcığız
soğanların çiçeğe duruşu ve zaman
bir ayrılık gününün ürpertisiyle hoşça kalın
duvarlar, yaslı pencereler, sürüklenmiş yaprak
ve silkinişi gücenikliğimin.

pazar tezgahları kadar diri, cesaret adlı çocuk
içimde saçlarını doğuya uzatmış bir çocuk
dizleri yara bere üstünde incelikler giyinmiş
yüzü incecik bir yaşam ürküntüsü çocuk
hızla harcanacak yılların iniltisi
sarı bir leke hüznümüzde
benim bu cumartesilerine ip bağlama hevesim
benim bu bekleme salonluğum
hangi tarihe yaslı buz gibi bir istasyonda
ilk defa söylüyor gibi hoşça kalın
adres kağıtları elinde şaşkın arayışlar
kışın o sıcak tarihi, kestane satıcıları
hoşça kalın desem iştahlı caddelerin kıpırdanışı.

göğün aynasında varoluşunu kutlayan kuşlara bakıp
ellerimde birikmiş acelesiz özlemler
eve asansör yerine vapurla çıkabilmeyi diledim.
deniz ve derinlik ah dedim devrilişim senin yüzünden
belleğimde bekçi düdüğü
gecenin karanlığından geçen suçluyum
ceplerime doldurdum bir şeyler diyebilmeyi
ve öğretmeyi bir şeylere hoşça kal diyebilmeyi
biraz da böyle gidebilmeyi bir şeylerle
caddeyi geçen kadının eteğinde eğleşen rüzgara bakıp
bir kır kahvesinin hasretini çekmeyi gördüm.

hoşça kalın desem masada küllük duvarda perde
pencerede kapıda kızgın bir yağmur
kadının eteğini çekiştiren acelecilikten haberi yok rüzgarın
caddenin günahı boynuna
günahı boynuna diyebilmenin çiçek sapı gibi duruşu
hoşça kalın sokağa açılan pencerelerin bütün evleri.
sevgili perde sevgilim perde
kimse sevmemeli kimseyi
üstelik geçerken caddeyi
öyle çiçeksiz öyle orta yerde.
                       


13 Ocak 2018

14 Aralık 2017 Perşembe

avraham’a sesleniş-öteler umudu





taş duvara yazılmış bir büyük S harfiyim
iğne atsan bana düşmez avraham
sağımda ağrıları artıran bir mermi boşluğu
soluma yaslanmış bir gölge 
az önce sokağı dönerken unutulmuş.

benim ellerim yok avraham
sesim, gözlerim, ayaklarım yok
beni yazı diye buraya yazan kim?

akşamlık tatlı bir rüzgardı
gölgesi yanımda, yüzü karanlık
muhtemelen güneş sırtında bir tatlı sıcaklık
içinde çatlamış kayalar saklayan bir deniz gizlemiş
tutulamamış bir sırmışım ağzında
hangi kitaptan
hangi dinden
hangi düşünceden 
hangi kalbin eşiğinden ifşa edilecektim avraham?

beni bu duvara yazan hızla gitti
hızla, anlaşılacak şey değil 
bunu nasıl söylüyorsam tutkulu
yüreğimde sonsuz gurbet
yüreğim dedim evet evet
onca kıyımı aklın alıyor da 
bir harfin yüreğini mi sorguladı mantığın
bir büyük S’nin yürekleşmesidir bu 
ve elbet koklayacaktır bir beden sıcaklığını
taş merdivenin hemen az ötesinde
berisinde kalabalıkların.

bu adamlar ne yapıyor avraham?
öteler güzel mi?
devletlerin cinneti kitabını neden yazmadılar?
beni buraya yazan el neye uzanır?
ürkütür mü sesi kuşları?
beyaz perdeler ve çarşaflar düşlüyorum
yumuşacık yastıklar avraham
ve ılık bahar akşamları
bu mermi deliğine ölümü hatırlatışı sokup unutmalı

biri beni mutlaka bir kitaba yazmalı.



14Aralık2017

varış-ben abdullah

varış-ben abdullah



eğer bir sessizlikse bu sesinsizliktir dedi abdullahın kalbi
sesinsizlik, tomurcuksuzluğun resmiyet kazanmamış hali
ve kalbi abdullahın bucaksız bir sarılık
kum tanelerinde kıvrılacak suya hasret
bitirmeyeceği kitabın sayfaları arasında.

lambadan kaçan cindi kalbi
üç dileğe meyilli
doğum, yaşam ve ölüme dair üç susuşa.

künle kül arasında kırk kapı gezdi abdullah ve kalbi
kırk kapıya vurdu 
kırk kere vurdu
gittiği ve döndüğü yerler kalbi.

bütün merdivenlerin basamaklarını hastalandırdığı
hiçbir basamağın tek başına bir anlamı karşılamadığı
her basamağın kendi merdivenine yabancı olduğu yerdi kalbi.

biri ipini geçirmiş balon yapıyordu abdullahın kalbini
biri balonu uçuruyor kanatsız ve patlatıyor bombasız
birinin görünmez ellerinde görünmez ipler
birinin her şeye kadirliği ve her şeye kayıtsızlığı
bütün çekim yasalarının infilak yeri kalbi.

taş avlular içinde kendi taşımı ararken buldum abdullahı
suya eğilmeye benziyordu bir gece pencereden bakarken
bir gece suretleri ve adları inkar
bir gece pencerede bir irkilme abdullah ve kalbi
pencerenin ardında ışıkları sönmüş parkın ağaçları
içime uluyuşlarını salan yüksek ağaçları
her bir dalı canıma kıymık ağaçları
beni bir eşikten diğerine geçiren
bir boyuttan diğerine deviren
saçlarımı ve memelerimi yansımadan silen
unutturan bacaklarımın arasını
benim mi abdullah ve kalbine geçtiğim 
abdullah ve kalbinin mi bana geçtiğinin öneminin olmadığı
bir gece pencerede bir irkilme
görünmez bir elin görünmez ipini çekiştirmesiyle.

ben yoksam abdullah ve kalbi yok
abdullah ve kalbi yoksa ben yokum
o el o ip hepten yok.





6Aralık2017

ellerinin tarihi

ellerinin tarihi




ellerini iki yana bırak
iki yanında gidilmemiş yollar
iki yanında o yollardan dönmemişlerin sessiz beklenişi
iki yanında arama ve bulma nöbetleri
iki yanında gogh’tan bi’dünya keder
ellerin ağır mı ağır
bataklıkta gül açmaya benzeyen bir koku ellerin
korkunç bir bataklıkta korkusuzca açmaya benzeyen.

inceldikçe kabuk bağlayan bir şeyler var sesinde
sesini bağır
sesinle ellerini yan yana koyunca dünyaya karşı duran
durmaklığın parktaki bir ağaç dalınca çiçekliği.
ışıklı pencereleri var su berraklığında
kanatlarını açtıkça kuşlara öykünen
her sabah her akşam okşanmış.

rivayet odur ki 
ellerin toprağa değdiğinde yeşerirmiş iki dal
tırnakların toprağa kök salmış
topraksa yurdun
sınırları insan müsveddesi.

iki yanında iki kalp ellerin
iki ağrı, iki bela 
ne vakit kavuştursan.
ne vakit sürsen dalı dala
kokuyu kokuya
ağrıyı ağrıya
kalbi kalbe ne vakit,
kahrolur ciğeri beş para etmezler
tomaların ve kirli tomarlı paraların küçücük gölgelerinde.

ellerin diyorum bir şarkıya denk düşüyor 
tatlı ve hüzünlü bir nakaratın tekrarıyla
belleğimizde saklı dokunulmamış bir güzellik.
artık ölebiliriz
iyiler ve atlar birçok defa ölebilir
yeniden çizilebilir haritalar
kahrolası medeniyet 
kahrolsun medeni et yığınları
kahrolsun sonsuz keder bağışlayıcılar
-defalarca tekrar et inanmaya
bir travmaya binip gitmek 
içimizin en kutlu yenilgisi
bütün akşamüstleri fillerin hüznüne denk.


2eylül2017
Akatalpa, Ekim 2017, Sayı:214

yumuşak ge

yumuşak ge




dün biri yalan söyledi
muhtemelen biriydi büyük saatin altında
büyük nehre bakıp 
ağzında büsbüyük tanrı
dün biri hanginizdi?

desinler ki içimizin en unutkanı
bir söğüt ağacının gölgesinde kusursuz 
bir ağlamak bıraksın dünyaya
cüzzamlı bir ayinden kalkıp gelmiş

eski bir fotoğrafı üç kere öptüm
üç yerinden vurulmuş
bir iç sokaktan, kirli ve korkak
lirik telaşlarıyla zamanın 
peygamberlerden geçmiş
bıçak değmemiş kalplere nazır
küflü bir kahırla.

sözün çatlamasının ağırlığında
yüzü, dili, devri üzgün
özenli bir iç geçiriş.
baktım uzun uzun bir kırılmak 
bütün harflerin kapısı.
yumuşak ge bir mücevherdir
yüzü soğuk onca adamın ortasında
ışıltısı ağzımızdan kalbimize düşen.

yumuşak ge’ye inanalım
parklara meydanlara inandığımız kadar
yumuşak ge’ye ve turuncuya.
hatırlamak ayakta, organ gibi bir şey
bir şey başlayacak
bir şey, gözleri at sürüsü
çok unutmuş tırnaklarımdan toprağa
çok gövdemden uzak.

dün biri yalan söyledi
muhtemelen biriydi kaburgamızda kuşku
devletin karantinasında suskun 
dün biri hanginizdi?





3mayıs2017
Çevrimdışı İstanbul 7. sayı Temmuz-Ağustos-Eylül 2017

objektife poz vermeden bakanlar

objektife poz vermeden bakanlar




sesimi bir dala kondurduğumdan beri
bilirim neden görkemlidir ağaç
ve kuşlar neden hep uçuşta
bilirim yazmak susmanın mızıkası
sağırlaşan evlerden uzak.
annem uzak irinli bir yara
babam uzak
bilirim bu ilmekli bir iptir
ipi elinde tutsan başka
boynunda başka
sesler başkadır dışarının ağzında
yüzler başka
adımlar, adamlar, kadınlar başka.

gördüm eski bir suydu ağzımda adın 
içerimde geçmişi bağışlayan
sabah seyriydi
serçe telaşı
çölü yüklenmiş leyla
gördüm akıyordun kıvrıla kıvrıla.

ben kalabalığına dünyanın
evlerin pencerelerinin tanışıklığına
ışıkla gökyüzünün merhabasında rastladım
garip bir yalnızlıktı hücum etti boynuma
ve kendini asan kaç saat orada yenik
bilirim.

kalktım gövdemi bir duvarla değiştim
otlar, böcekler ve kelebek tozları.
bir atın toynağının acısı değdi
bir bulutun gölgesi
ağacın yeşili
saymadım kaç yağmur damlası
saymadım kaç uğultulu rüzgar.
acımı bir bağlılık yeminine iliştirdim
kalktım gövdemi bir duvarla…

insan merdivenini içinde taşır dediler
muhtemelen ben dedim
bir ampul nasıl değiştirilirin sebebiydi hüznüm
evde bir diğer sesin.
ve gölgelerin parkelerde bıraktığı iz.

gördüm içimdeydi gökyüzü
ben de gökyüzünün.
bir fili anlamanın ilmini bildim
ve yürümekliği tenhada.

hangi nehrin şarkısını söylesem
aynı nakarattır unutmak
gözümde o uzak iklim
bir ikindi vakti gittim geldim
sığırcıklardan haber getirdim
bu kış da parkı selamlayacaklar
bu kış da.



7Ağustos2017

Son Gemi, Eylül 2017

ilan

ilan




hükümetler ve onların lanet devletleriyle aramda
kalbim şahane bir duvardır
allah’ın çimentosunun karıldığı.
sımsıkı bir sarılışla haykırdım
tanımıyorum hiçbirinizi kutsal şirkler
kendini hançerleyen bıçak
müşkülü işgal eden basitlik
ferasetin esareti
ve plastik sanayi
ve ateş edenler ölüme
ölüme ve önüne asrın
ve dahi açlığın içinde koftiden acımaksınız
and olsun tanımıyorum.

azametli mollalar ve onların korkak âlimleri
sustunuz karanlık yorganlar altında
sustunuz cübbeleriniz kutsandıkça
sustunuz her birinizden sahte tanrılar 
puttunuz bayraklar altında haksızlığa
sustunuz medeniyetler yıkılıp kuruldu
sustunuz mütebessim bir güneş oldu allah
ağaca, suya ve toprağa.

beni ışığa inandıran aşk
eşyanın sessiz şahitliğine
beni kuşların ve balıkların alemine
en çok ne olmamaya beni.

sanıyordum ki insan her gün yeniden doğar
bir çatlak bulup 
karanlıktan.
sanmanın zihnimizin tanrısı olduğu
odalar inşa ettim
kalbimin göğe bakan kapısında.
and olsun tanımıyorum 
kapıdan ve aşktan başka.

31mayıs2017

Akatalpa, Ağustos 2017, Sayı 212

27 Ağustos 2017 Pazar

tanrınız çok güzel



herkesin bir üzgünlüğü var kırıştığı
güneş yanığı teninde kusur
store perdelerini göndere çektiği
kibrit kutularını andıran evlerin içinde
kapılar ve duvarların hüznünü taşıyan odalar
ve adamları var herkesin
ve çocuklar yaptığı kadınları.
teraslarında çiçek yetiştirilen sevinçleri var
-içimdeki burkulmaya yol
içimdeki burkulmaya yıl olmuş.

evleriniz çok güzel diyorum
kadınlarınızın bakımlı ellerini ve saçlarını ekleyip
çocuklarınızın piyano dersleri çok güzel
masa örtüleriniz ve romantizm kokan mumlarınız
sınıfsal mücadeleler altında yakışıklı
ve karizmatik imzalarınız çok güzel.

bankalar ve onların emekli ettiği tanrınız
size merhamet etmeyi bağışlayan tanrınız
iyi hissetmeyi bağışlayan tanrınız çok güzel.
poponuzu seksi bile buluyorum
üstündeki dudak izleri konuşmalarınıza yansıyor
açarken otomobillerinizin kapısını
ve kaparken
sağınız ve solunuzdaki kalabalığa rağmen
çok güzel düzenli otoparklardan çıkışınız.

herkesin bir sevinci var sır gibi sakındığı
trik traklardan ve hizmet sektöründen uzak
hatırlamanın sörfüyle kısa ziyaretleriniz
kalbe ziyaretleriniz
o yağmurda ıslanmaya benzeyen ziyaretleriniz
bana bir kopuşu andıran
dogmatik ziyaretleriniz
ikiyle ikiyi çarpmayı bıraktığımda.





6 mayıs 2017
nordik, haziran temmuz sayı:11, 2017




28 Mayıs 2017 Pazar

ötesi

üstü badanalanmış bir duvar yazısıymışız
öylece konuşuyormuşuz ve güzel
fırçalar boya tenekeleri imparatorun korkusu
ihtişamlı bir pelerin giyinirken görmüşüm sokağı
onlar eskort demiş
-onlar yara değil.
gül ağacına dolanmış sarmaşıkmışçasına karışacak
yine de benzemeyecekmiş birbirine kimse
oysa oracıkta gülüversek
bir gülü versek oracıkta
bir tarih gülümsermiş yüz haritalarında çocukların
ve badanaların üstünde güneş görmüş resimler
belleği dalgın haberci resimler.

gözüne korku çekilmiş adamların oğulları uçurum
toprağı türk, dağı kürt bir ormanmış
kökü derinlere inen ağaç.
sana kesilmiş saçlar bırakmışım
kırılmış dallar, aynalar
kadınların pencerelerini gökyüzüyle havalandırdığı
kadınların sarışın esmer
gözleri kızıl kadınların.
oysa gülüverseler oracıkta
bir gülü verseler genişlese ovacık
koskoca bir bahçe gülümsermiş dallarında kiraz ağaçlarının.

yorgun bir ilde yolmuşum
maveraünnehri bağışlayan yaradanın ağzıyla
bana ecnebi şarkılardan ritim tutan kadınları ve duvarları getir
dibinde salıncak uykusu.
bu kargaşa bu hayret
biraz şikayet dünyayı
dişleri ısırgan otu adamlar geçecekmiş nehrin yarıklarından
sevişerek başedilecekmiş hüzün
değil mi ki şairiz
aşkmışız aşıkmışız
bıçak değmiş tene
uğultusunda suyun.



19nisan2017
Akatalpa, Mayıs 2017, Sayı:209

22 Nisan 2017 Cumartesi

tanrı’nın yıkanmış elleri üzerine

bir kafayı bedeninden koparmak savaş değil
çocukların organları dağılmışsa ağlamak yenilgidir beyler
bir bardak açık çayın yanında sigara yakmaktan
ve öyküler resmetmekten başka bir şey gelmiyor elden.
anadolu nasıl da bereketli
doğuruyor kadınlar boşluk doluyor
gürbüz ve mutlu avrupalı çocuklar cıvıl cıvıl sesleriyle geçiyorlar caddeyi
japonya’da güneşi bir kere batırmışlar duyuyorum
bilmelerimiz her kış kurşuna diziliyor
soğuk kalbi dondururmuş
kimse kimsenin kalbine hoh demiyor
umutlarımız her kış
çocuklarımız her kış
merdivenlerimiz her kış kurşuna diziliyor.
alışmak beter güzel hanımlar
yine de ağlayabiliyorum
ortadoğu’da harap bir sokak
harap sokakta yıkık bir ev
evin içinde henüz sıcak beşik.

cinnet ordusu bu kahpe yortu
eziyor da geçiyor
yakıyor da geçiyor
şarapnel parçaları buluyoruz etinde hayatın
ayak sesinde ağıt.
insan unutmaktır güzel hanımlar ve beyler
bu kedersizlik ekmeksizlik kadar yıkıcı
üstelik dayanmaktır insan
yaşamın sırları ayaklar altında ve amerika sır değil
sır değil lobiler ve sanayici ağalar
bir çekirdeğe ağacı saklamanın ilmi kahredecek bizi
“biz” demek anlamını yitirmiş bükülüyor dudağım
insan soyuna ve soysuzluğuna üç kulhüvallahu okumalı
çukurova kadar yanık unutmalarımız üzre.

annemin ellerini kaybetmişliğiyle çözdüm düğümünü dünyanın
o zaman gördüm basamakları inerken
ve öldüğünü ışığın yavaş yavaş.
dünya koca bir saksıydı inanıyordum
bunlar şiir değil beyler
güzel hanımlar şiir değil bunlar
inanıyordum hepsi resim
insan yazıyı hiç bulmadı hepsi resim.
kırlangıçları seviyorsan sinekleri sev
işte bütün kural bu.
ağaçların ve balıkların sırrını dinle
aklından bir ıstırap tut
bütün bırakışların rabbine bağışla.
kayışı kopmuş bu vebalı çağda
ameleler ölsün diye cilalı çizmelerinde lordların
yere yakın yapıyorlar barakaları
gökdelenlerin aksi içimizdeki tanrıyı kamçılıyor
yine de anlıyorum bir zaman sonra
kaybetmediğini bütün annelerin
ellerini
yüzlerini.

avuçlarımda dolaşan tanrı katillerin ellerinde ölür
inanıyorum beyler her sabah buna üzülür şehrin çatıları
yeryüzünün bütün suları çatlar
kuşlar hüznümüzü taşır diyardan diyara.
birkaç kıştır dünyanın bütün kederleri karşıki parkta
beni her akşam her sabah
beni göğün kucakladığı bir balkonda
beni kainata açılan bir pencerede
eşyaya secde edilen ülkelerden uzağa götürdüler
bu gitmek kimin arayışı güzel hanımlar?
haritalar sözünü yitirmiş bir koku
resmini çiziyorum kelimelerin
insan soyunun bütün ötekilerine ithaf
kayıp ikindilerinde ömrümüzün.

ağlamak yenilgidir diyor bir baykuş
her akşam gözlerimi siliyor
her sabah yeni bir resme başlar gibi kalkıyorum güne
halklar ve halkalar arasında bir yerlerdeyim
ve artık anlıyorum
neden yıkar tanrı ellerini narı yarattığında.







40cak2017
Akatalpa, Mart 2017, Sayı 207