14 Aralık 2017 Perşembe

avraham’a sesleniş-öteler umudu





taş duvara yazılmış bir büyük S harfiyim
iğne atsan bana düşmez avraham
sağımda ağrıları artıran bir mermi boşluğu
soluma yaslanmış bir gölge 
az önce sokağı dönerken unutulmuş.

benim ellerim yok avraham
sesim, gözlerim, ayaklarım yok
beni yazı diye buraya yazan kim?

akşamlık tatlı bir rüzgardı
gölgesi yanımda, yüzü karanlık
muhtemelen güneş sırtında bir tatlı sıcaklık
içinde çatlamış kayalar saklayan bir deniz gizlemiş
tutulamamış bir sırmışım ağzında
hangi kitaptan
hangi dinden
hangi düşünceden 
hangi kalbin eşiğinden ifşa edilecektim avraham?

beni bu duvara yazan hızla gitti
hızla, anlaşılacak şey değil 
bunu nasıl söylüyorsam tutkulu
yüreğimde sonsuz gurbet
yüreğim dedim evet evet
onca kıyımı aklın alıyor da 
bir harfin yüreğini mi sorguladı mantığın
bir büyük S’nin yürekleşmesidir bu 
ve elbet koklayacaktır bir beden sıcaklığını
taş merdivenin hemen az ötesinde
berisinde kalabalıkların.

bu adamlar ne yapıyor avraham?
öteler güzel mi?
devletlerin cinneti kitabını neden yazmadılar?
beni buraya yazan el neye uzanır?
ürkütür mü sesi kuşları?
beyaz perdeler ve çarşaflar düşlüyorum
yumuşacık yastıklar avraham
ve ılık bahar akşamları
bu mermi deliğine ölümü hatırlatışı sokup unutmalı

biri beni mutlaka bir kitaba yazmalı.



14Aralık2017

varış-ben abdullah

varış-ben abdullah



eğer bir sessizlikse bu sesinsizliktir dedi abdullahın kalbi
sesinsizlik, tomurcuksuzluğun resmiyet kazanmamış hali
ve kalbi abdullahın bucaksız bir sarılık
kum tanelerinde kıvrılacak suya hasret
bitirmeyeceği kitabın sayfaları arasında.

lambadan kaçan cindi kalbi
üç dileğe meyilli
doğum, yaşam ve ölüme dair üç susuşa.

künle kül arasında kırk kapı gezdi abdullah ve kalbi
kırk kapıya vurdu 
kırk kere vurdu
gittiği ve döndüğü yerler kalbi.

bütün merdivenlerin basamaklarını hastalandırdığı
hiçbir basamağın tek başına bir anlamı karşılamadığı
her basamağın kendi merdivenine yabancı olduğu yerdi kalbi.

biri ipini geçirmiş balon yapıyordu abdullahın kalbini
biri balonu uçuruyor kanatsız ve patlatıyor bombasız
birinin görünmez ellerinde görünmez ipler
birinin her şeye kadirliği ve her şeye kayıtsızlığı
bütün çekim yasalarının infilak yeri kalbi.

taş avlular içinde kendi taşımı ararken buldum abdullahı
suya eğilmeye benziyordu bir gece pencereden bakarken
bir gece suretleri ve adları inkar
bir gece pencerede bir irkilme abdullah ve kalbi
pencerenin ardında ışıkları sönmüş parkın ağaçları
içime uluyuşlarını salan yüksek ağaçları
her bir dalı canıma kıymık ağaçları
beni bir eşikten diğerine geçiren
bir boyuttan diğerine deviren
saçlarımı ve memelerimi yansımadan silen
unutturan bacaklarımın arasını
benim mi abdullah ve kalbine geçtiğim 
abdullah ve kalbinin mi bana geçtiğinin öneminin olmadığı
bir gece pencerede bir irkilme
görünmez bir elin görünmez ipini çekiştirmesiyle.

ben yoksam abdullah ve kalbi yok
abdullah ve kalbi yoksa ben yokum
o el o ip hepten yok.





6Aralık2017

ellerinin tarihi

ellerinin tarihi




ellerini iki yana bırak
iki yanında gidilmemiş yollar
iki yanında o yollardan dönmemişlerin sessiz beklenişi
iki yanında arama ve bulma nöbetleri
iki yanında gogh’tan bi’dünya keder
ellerin ağır mı ağır
bataklıkta gül açmaya benzeyen bir koku ellerin
korkunç bir bataklıkta korkusuzca açmaya benzeyen.

inceldikçe kabuk bağlayan bir şeyler var sesinde
sesini bağır
sesinle ellerini yan yana koyunca dünyaya karşı duran
durmaklığın parktaki bir ağaç dalınca çiçekliği.
ışıklı pencereleri var su berraklığında
kanatlarını açtıkça kuşlara öykünen
her sabah her akşam okşanmış.

rivayet odur ki 
ellerin toprağa değdiğinde yeşerirmiş iki dal
tırnakların toprağa kök salmış
topraksa yurdun
sınırları insan müsveddesi.

iki yanında iki kalp ellerin
iki ağrı, iki bela 
ne vakit kavuştursan.
ne vakit sürsen dalı dala
kokuyu kokuya
ağrıyı ağrıya
kalbi kalbe ne vakit,
kahrolur ciğeri beş para etmezler
tomaların ve kirli tomarlı paraların küçücük gölgelerinde.

ellerin diyorum bir şarkıya denk düşüyor 
tatlı ve hüzünlü bir nakaratın tekrarıyla
belleğimizde saklı dokunulmamış bir güzellik.
artık ölebiliriz
iyiler ve atlar birçok defa ölebilir
yeniden çizilebilir haritalar
kahrolası medeniyet 
kahrolsun medeni et yığınları
kahrolsun sonsuz keder bağışlayıcılar
-defalarca tekrar et inanmaya
bir travmaya binip gitmek 
içimizin en kutlu yenilgisi
bütün akşamüstleri fillerin hüznüne denk.


2eylül2017
Akatalpa, Ekim 2017, Sayı:214

yumuşak ge

yumuşak ge




dün biri yalan söyledi
muhtemelen biriydi büyük saatin altında
büyük nehre bakıp 
ağzında büsbüyük tanrı
dün biri hanginizdi?

desinler ki içimizin en unutkanı
bir söğüt ağacının gölgesinde kusursuz 
bir ağlamak bıraksın dünyaya
cüzzamlı bir ayinden kalkıp gelmiş

eski bir fotoğrafı üç kere öptüm
üç yerinden vurulmuş
bir iç sokaktan, kirli ve korkak
lirik telaşlarıyla zamanın 
peygamberlerden geçmiş
bıçak değmemiş kalplere nazır
küflü bir kahırla.

sözün çatlamasının ağırlığında
yüzü, dili, devri üzgün
özenli bir iç geçiriş.
baktım uzun uzun bir kırılmak 
bütün harflerin kapısı.
yumuşak ge bir mücevherdir
yüzü soğuk onca adamın ortasında
ışıltısı ağzımızdan kalbimize düşen.

yumuşak ge’ye inanalım
parklara meydanlara inandığımız kadar
yumuşak ge’ye ve turuncuya.
hatırlamak ayakta, organ gibi bir şey
bir şey başlayacak
bir şey, gözleri at sürüsü
çok unutmuş tırnaklarımdan toprağa
çok gövdemden uzak.

dün biri yalan söyledi
muhtemelen biriydi kaburgamızda kuşku
devletin karantinasında suskun 
dün biri hanginizdi?





3mayıs2017
Çevrimdışı İstanbul 7. sayı Temmuz-Ağustos-Eylül 2017

objektife poz vermeden bakanlar

objektife poz vermeden bakanlar




sesimi bir dala kondurduğumdan beri
bilirim neden görkemlidir ağaç
ve kuşlar neden hep uçuşta
bilirim yazmak susmanın mızıkası
sağırlaşan evlerden uzak.
annem uzak irinli bir yara
babam uzak
bilirim bu ilmekli bir iptir
ipi elinde tutsan başka
boynunda başka
sesler başkadır dışarının ağzında
yüzler başka
adımlar, adamlar, kadınlar başka.

gördüm eski bir suydu ağzımda adın 
içerimde geçmişi bağışlayan
sabah seyriydi
serçe telaşı
çölü yüklenmiş leyla
gördüm akıyordun kıvrıla kıvrıla.

ben kalabalığına dünyanın
evlerin pencerelerinin tanışıklığına
ışıkla gökyüzünün merhabasında rastladım
garip bir yalnızlıktı hücum etti boynuma
ve kendini asan kaç saat orada yenik
bilirim.

kalktım gövdemi bir duvarla değiştim
otlar, böcekler ve kelebek tozları.
bir atın toynağının acısı değdi
bir bulutun gölgesi
ağacın yeşili
saymadım kaç yağmur damlası
saymadım kaç uğultulu rüzgar.
acımı bir bağlılık yeminine iliştirdim
kalktım gövdemi bir duvarla…

insan merdivenini içinde taşır dediler
muhtemelen ben dedim
bir ampul nasıl değiştirilirin sebebiydi hüznüm
evde bir diğer sesin.
ve gölgelerin parkelerde bıraktığı iz.

gördüm içimdeydi gökyüzü
ben de gökyüzünün.
bir fili anlamanın ilmini bildim
ve yürümekliği tenhada.

hangi nehrin şarkısını söylesem
aynı nakarattır unutmak
gözümde o uzak iklim
bir ikindi vakti gittim geldim
sığırcıklardan haber getirdim
bu kış da parkı selamlayacaklar
bu kış da.



7Ağustos2017

Son Gemi, Eylül 2017

ilan

ilan




hükümetler ve onların lanet devletleriyle aramda
kalbim şahane bir duvardır
allah’ın çimentosunun karıldığı.
sımsıkı bir sarılışla haykırdım
tanımıyorum hiçbirinizi kutsal şirkler
kendini hançerleyen bıçak
müşkülü işgal eden basitlik
ferasetin esareti
ve plastik sanayi
ve ateş edenler ölüme
ölüme ve önüne asrın
ve dahi açlığın içinde koftiden acımaksınız
and olsun tanımıyorum.

azametli mollalar ve onların korkak âlimleri
sustunuz karanlık yorganlar altında
sustunuz cübbeleriniz kutsandıkça
sustunuz her birinizden sahte tanrılar 
puttunuz bayraklar altında haksızlığa
sustunuz medeniyetler yıkılıp kuruldu
sustunuz mütebessim bir güneş oldu allah
ağaca, suya ve toprağa.

beni ışığa inandıran aşk
eşyanın sessiz şahitliğine
beni kuşların ve balıkların alemine
en çok ne olmamaya beni.

sanıyordum ki insan her gün yeniden doğar
bir çatlak bulup 
karanlıktan.
sanmanın zihnimizin tanrısı olduğu
odalar inşa ettim
kalbimin göğe bakan kapısında.
and olsun tanımıyorum 
kapıdan ve aşktan başka.

31mayıs2017

Akatalpa, Ağustos 2017, Sayı 212