16 Şubat 2014 Pazar

lavabo açacağı satıcısı


lavaboların allah’ı olmaz
allah’ı olmaz tıkanan şeylerin
bilirdi bunu bütün aynalar
göğsünde yanardağ taşıyan analar ve balıklar bilirdi.
herkes bilirdi ama söylemezdi
lavabo açacağı satıcısı allah’ıydı tıkanışların.
bir gücü yetmezdi şu kalabalığa -sokakta
bilseydi severdi belki göğüsleri pembe bir kadın
göğüsleri pembe bir kadın ne güzel kapatırdı kapıyı –usulca
gülümserdi ardından nazenin
çiçeklenen kırlara dönerdi ardı
ne güzel kokardı pembe göğüslü bir kadın
bütün tıkanışların dışında.

kim isterdi lavabo açacağı satıcısı olmayı
uzun ve kemikli ellerinin olmasını kim isterdi bir tezgahta
lavabo açacağı satıcısının istediği şey değildi
bir dükkanı olsa vitrininde sürekli değişen insan siluetleri
ve raflarda sıralı düşleri.
ya da bir memur masa başında
en fazla dalgın yürürdü
ve hep aynı saatte geçerdi karşıdan karşıya caddeyi.

korkunç ve ıslaktı taşmak
taşmak her zaman hep aynıydı
bir lavaboda ya da sinir uçlarında sabrın.
deniz de biterdi bu allahsızlığında yasaların
bütün köşe başlarında bir gül dikeni
gülü olmadan sevilmezdi diken
gülü olmadan ölü topraklar serpilirdi üstüne bir devrin
bunu bilmeliydi pembe göğüslü kadın
pembe göğüslerin hüznü ne güzel, ne ince.

hiçbir gelin lavabo açacağı satıcısı değildi
bembeyaz bir gün kundaktan kefene
yaz da değildi ama terletirdi boynunu eğince
sokağın köşesinde ya da başında bir lavabonun
terletirdi dökülürken yüzünde sevinçleri.
bir gelinle lavabo açacağı satıcısı arasında hiçbir benzerlik yoktu
benzerlik kafamızın içindeydi
kafamızın içindeydi sevince her şey
öfkesi bir kedinin sarı ve sıcak bir şeydi
adımları sokaktan geçince.


s.k.e
ikibinonüç’te27nisan

aynılık üzerine


bu sabah da her sabahla aynıdır
pencere
duvar
ve şarkısızlık.
göğsüme gelip oturan bir ağırlık gibidir
herkesi ve her şeyi aynı yapan bu sessiz yokluk.

kimse bilmez neyi saklar perdeler
neyi getirir sessizliğin içindeki rüzgâr.
her uzaklık kendi umudunu gizler içinde
mevsimler değişir
yollar biter
yollar başlar
sürekli açıp kapanan bir kapı
içimizin gizli bahçelerinde.
ama unutmayın
unutmayın pencereleri
oradan yükselir insan
ve orada eritir yalnızlığını.

ne güzeldir bazen sıradan olmak
aynılık ve sabah ne güzeldir
çay koymaya benzer
sokağa çıkınca derin bir nefes almaya
ve sebepsiz gülümsemeye bir çocuğa.

biliyorum
bir gün bu aynılık öldürecek beni
öyle sıradan öyle herhangi bir gün içinde
aynı bir sabah
aynı pencere
duvar
ve şarkısızlık.


s.k.e
ikibinonüç’te30kasım

beyaza uzayan boşluk


eğer saçlarımı kesersem kesmiş olurum seninle aramdaki bağı
küsersem yazık olur sardunyaya –henüz görmedin
kararan sokak ve kapalı perdeler
ışıklar titrek ve sapsarı –sen onları öyle sevmedin

göğsüm ateşe verilmiş orman
kaçarken vururlar bir ceylanı ağaçların acıya soyunduğu yerde.
eğer ağlarsam ağlamış olurum yüzümde aksanı bozuk bir keder
kiminle sevişirsen seviş
kiminle sevişirsem sevişeyim
tasviri çok ayıp bir şeyler birikir içimizde
çok kabul görmez
soyluluktan çok uzak
ahlaksızlığın mertebesine erişemedikten sonra bundan kime ne
dünya kir.

eğer severse, ellerim sever bir sabah
bir sabah ve başka bir sabah dahaymış gibi
esirgeyen ve bağışlayan gecenin hükmüyle.
ve bir gün tanrı yitirilir bir pazartesi
o gün bugündür –yazık olur
aşk bir omuz ister ve sıcak bir sine
bir öpüş bir kucak ve hep sonrası
bir akşamüstü seyridir çizersem
tanrım edit edit edit!
ölmek gibi bir şeydir içinde bir trenin raydan çıkması
biçimin kaybedilişiyle.

yitirilirsem yitirilmiş olur bir şeylerin
ve eğer elindeki çiçekten bir dünya yaratamıyorsan adam değilsin.
omurgasız yalanlar ve kaypak adamlar
her mevsim aynı bozuk plak
bir aşk yaratmak adına göze almak defalarca hançerlenmeyi
susmayı öğretemeden konuşan ağızlara
biliyorum güzel şeydi
üzen şeydi biliyorum
yani ne acayip bir şeydi pas tutmuş inançlar arasında.
yitirilirsem yitirilmiş olur bir şeylerin
çürümüş olur gün ağarırken sokağa bakmak
ve sesi güvercinlerin.

yani evet bir sokakta devasal gölgeler gibi uzamak olur
bir sabah
güzel bir sabah
inandığımız bir sabah.
kadınlar sevilir göğsü uzak şehirlere benzeyen
kadınlar hiç gidilmemiş
ve omuzları bir rahme benzemeyen adamlar
benzer bir yaraya nüfuz eden acılar sonrası
büyüdükçe küçüldüğümüz ne varsa yaşama dair
koca bir boşluk açılır –bembeyaz.


s.k.e
ikibinonüç’te30aralık

arşe bir hırsızdır.


arşe özlenen bir kadın ismidir tanrı’nın ağzında
göğsü aşılmaz duvar
ardı gül kokuludur.
annem susar
hem susar hem denize ağlar
ben anneme…
bütün duvarlara susulur
ayın kaçıydı bilmem
ayın kaçıydı unuturum
ayın kaçı olduğunun ne önemi var
zamanın aralığından çıkıp gitmiştir o büyülü duygular.

esad’ın yalnızca kimsesizliğini vurduğu
bir çocuktur arşe sokağın ilminde.
hepimizin çocukluğu tarumar…
erbil’de toprağa verilen
tanrı dağları’nda filizlenen
batı şeria’nın su çiçeğidir
açar incecik.
göğü geldiğinde uçar kuşlar
yabanıl ve uzak.
tanrı bütün orospu çocuklarından yüzünü saklar
kediler büyür
bu merhamet bizi öldürür
arşe korkunç güzellikte bir hırsızdır
çalar tanrı’yı.
kapkara bir iç çekiş kalır
beyaz adamların ardından.

gecenin içi kalabalık
sözsüz
imgesi çıplak.
aylak adam’a rastlama umudu büyütürüm köşe başlarında
odanın
tavanın…
bulamam .
sorma sokağı
çıkamam
dağılırım tespih taneleri gibi içime.
yaralı bir bakıştır arşe tanrı’nın gözünde
bize türkçe altyazılı bir din bırakır
delik deşik gökyüzü altında kelimelerin anlamının değiştiği.
çatırdayan bu yüzyılda
bir gece vakti tanrı’dan ödünç al da
bana o bakışı getir.
arşe esmer bir hüzündür
duvarlar burkulur
unutulur yükseklik korkum.

uzunca sussam uzunca
upuzun susarım
varırım kıyılarına belki kendine gelmenin
arşe ayetidir gönül kitabının
suçüstü yakalanırım yağmurlarında
unuturum tanrı’nın kaybolmuşluğunu.

s.k.e
ikibinonüç’te29temmuz

ağzımda


senin adın neydi
ah neydi
bir çiçeğe su vermeye benzer miydi?
sahi neydi
ben o zamanlar yazardım
biraz az biraz yaz
azardım ben o zamanlar
azar azar ah niyeydi

kaç yıl önceydi neredeydi
hırçın bir eğilmeydi sudan seccadelere
sudan sebeplerdi
ah kime neydi.

sırtımda bir yokuşu eğdim yere
o düşenler ayak izleri miydi
of bunu söylemek niye
of niye ve kime

sahi neydi
senin adın neydi
ağzımda bir şiir kadar vakitsiz ve tenha
bir orospuya benziyordu
bir ayyaşa
ya da yaslanmaya bir direğe
öyle güpegündüz
sokak ortasında.

s.k.e
ikibinonüç’te12kasım



(Akatalpa, Aralık 2013, Sayı:168)