29 Ekim 2014 Çarşamba

doğru



altı yüz elli yedide durmuş bir saat
en çok devlet tarafından sokulmuş
bir akrebe benzer –içimize.
günde kaç vakit doğru
kaç vakit doğulu bir ölümle
kan tadında cümlelerden sıyırıp sıtkı
suyun ardından giden kim?
yol kenarına dizilen şu sanrılar
şu kendi fırtınasına direnememiş gemi kaptancıkları
kancıkları da diyebilirdim
kahpe bir dünyaya yakışır biçimde
çok nemli ve biçimsiz
anladım neden oradalar.

kusurlu topraklarda uzayan rayları boyuyordum
sesimle. her kusura bir tanrı
her kusura affedilmiş bir suç
her kusur biraz geçilmiş. oysa
içimden geçen o trende bir tek ben yoktum
bütün yokluğun içindeydim
bütün hiçliğin bütün peronların
ve hırpalanışların azar azar
bütün bütün. anladım neden.

bilmem ki niye kış uzun geçer bazılarına
bildiğimi sandığım oldu çok zaman
bir şeylerle başka şeyler arasında
bütün sokakları çıkmaz yapan
o yokluk, o korkunç sıkışmışlık
hep aynı saatte aynı kaldırımı aşındırma
muntazam. bilmem ki nereliydi.

biraz dalgın biraz dağınık
biraz telaşsız ve sessizim
böyle uzandığım vakitler kendi yüzüme
bir kayısı çiçeğine rızkı koyan allah’a sorma hevesi
içindeyim. niye ve neyin bilmem ki.

incirin ve çekirdeğin adıyla
zeytin ve yemin alnımda
akıl almaz fena her şey ve herkes
her şey ve herkes bulaşmış
belki çarpışılmış. doğru
esirgenmiş ve bağışlanmamış
bilmem ki neden burada
üç kere gülümsedim dünyaya
sonra anladım neden
sessizce topladım ağzımı
sonra gözlerimi sesimi
sonralarca sessizliğimi.

hâlsizliğim kalsın. bu pek doğru
çatık kaşlı zamanda.





s.k.e
ikibinondört’te10eylül